Ahmet Turan EsinSamimi olmayan insan, sahte olanın daha yaygın bir türüdür. Ne aşkları aşktır, ne nefretleri nefret. Tüm duygular bir yüzeyde yaşanır. Coşku da öfke de aynı hızla geçer, çünkü bir derinlikte köklenmemiştir. Sevdiğini söyler, ama sevgi ona sorumluluk vermez; terk ettiğinde içinde bir iz kalmaz. Çünkü içi zaten boş tutulmuştur. Hissettiğini sanır ama hissettiği şey yalnızca başkalarının hissettiklerinden ödünç alınmıştır. Bu yüzden samimi olmayan kişi, duygularının hacmini taşıyamaz. Onu tanımak isteyen biri, zamanla onun ardında kimse olmadığını fark eder. Çünkü onda kalan her şey, sadece anlık bir dalgalanmadır.
Sahte insan için kimlik sabit bir varlık düzlemi değil, güncellenebilir bir vitrin sistemidir. Her değişimde yeni bir yüz, yeni bir ses, yeni bir jest, yeni bir tavır takınabilir. Ama bu takınılanların hiçbiri içsel bir dönüşümden doğan bir netice değildir. Dönüşüm yoktur, yalnızca biçim değiştirerek yer değiştiren bir görünüşler, maskeler akışı vardır. Bu akış onu birey olmaktan çıkarıp, düzenleyici bir sistemin ürünü haline getirir. Bu sistem, toplumsal beklentilerin, sosyal medyatik kurguların ve gündelik rollerin toplamı kadar çalışır. O yüzden bir gün suskun bir bilge gibi, ertesi gün öfkeli bir devrimci gibi, sonra da incinmiş bir çocuk gibi davranabilir. Bunların hiçbiri kişilik değildir. Bunların hepsi birer sunumdur.
İç dünya diye bir şey taşımaz, taşıdığı şey, iç dünya olarak adlandırılmış alışkanlıklar, ezberler ve beklentilerdir. Kendine ait bir hikayesi yoktur, deneyimlerinin ardında ki istinad noktası kendisi değildir. Ne hissettiğini bilmez; ama hangi hissin ne zaman gösterileceğini iyi hesaplar. Gözyaşı, öfke, özlem ya da mahcubiyet gibi duygular, onun için birer gösterim aygıtıdır. Bu aygıtlar aracılığıyla kendi iç varlığının eksikliğini örter. Bu örtme işlemi süreklilik arz eder, çünkü iç boşluk anlık olarak kapatılsa da kendini sürekli yeniden açar
Sahte insan, kendini tanımak istemeyen değil, kendisini tanıyacak bir iç yapıdan yoksun olandır; onun için kim olduğu sorusu, cevaplanması gereken bir mesele değil, kaçılması gereken bir boşluktur. Kendiyle ilgili her şey, başkalarının ona ait zannettikleri üzerinden şekillenir. Bir fikre sahipmiş gibi görünür, çünkü fikir taşımanın kendisiyle değil, çevresindekiler üzerinde bıraktığı etkiyle ilgilenir. Onun varlığı, anlamdan çok etki üretmeye dayanır; etki ne kadar fazlaysa, kendini o kadar yerleşik hisseder.
quid rides ? mutato nomine de te fabula narratur.
Tekrar hatırlatalım; İnsan içeriden doğamıyorsa, dışta görünür olmakla yetinir. Bu yetinme, bir razı oluş değil, bir tükeniş biçimidir. Çünkü kişi artık kendisini değil, kendi hakkında kurulan imajı taşır bu imaj, gerçekliğin değil, kaçınılanın maskesidir. Maskeler güzel olabilir, estetik durabilir, alkışlanabilir ancak hiçbir maske içerik doğurmaz. Maske ne kadar başarılıysa, içerik o kadar bastırılmış demektir. Bastırılan içerik ise bir yerden sonra kişiyi kendi gözünde görünmez kılar.
Bir ilişki içerik üretmiyorsa, dışarıya iyi görünmekle kendisini yaşattığını zanneder. Ama bu zannın bedeli ağırdır. Çünkü kişi artık kendisi değildir, kendiyle ilgili güzel bir algının taşıyıcısıdır. Bu algı sürdüğü sürece içerik konuşulmaz. Konuşulmayan içerik yok sayılır. Yok sayılan içerik ise bir süre sonra unutulur. Unutulan içerik bir ilişkiyi bitirmez ama bir kişiliği siler ve kişiliği silinen kişi yalnızca rol yapar. Rol, süreklidir, ama içeriksizdir.