Kandilli Postası

ATE LogoAhmet Turan Esin
KURNAZLIK – GÖLGESİNİ IŞIK SANAN.

Kurnazlık, aklın korkuya yakalanmış hâlidir; ışığı görüp de yanmaktan korkan insanın, kendi gölgesine sığınma biçimidir. İnsanın bütün hileleri, yanmamış kalmak içindir; çünkü yanmayan ölmez sanır, oysa ölmemek bazen yaşamamak demektir. Aklın kendi üzerine kıvrılmasıyla başlar her şey; akıl, kendini korumak ister, kendini korudukça büzülür, büzüldükçe ışıktan uzaklaşır. İşte bu uzaklaşma, kurnazlığın ilk nefesidir. Kurnaz, ışığa en yakın duran karanlıktır; ne bütünüyle kötüdür, ne bütünüyle masum. Onun varlığı, insanın gölgesi kadar zaruridir, çünkü gölgesiz insan, kendi karanlığını dışsallaştıramaz. Anlaşılması gereken budur: kurnazlık, ruhun korkudan yapılmış zırhıdır; insanın çıplaklığını dayanılmaz bulan tarafının icadıdır.

İnsan, doğarken masumdur ama masumiyet taşınmaz bir yük gibidir. İlk düş kırıklığında masumiyet çatlar, o çatlağın arasından akıl çıkar. Akıl, masumiyetin yerine geçer ve ona "ben seni korurum" der. O andan itibaren masumiyet korunmaz, yalnızca hesaplanır. İşte o hesap, kurnazlığın tohumu olur. İnsan artık iyi olmaya çalışmaz, iyi görünmeye çalışır; çünkü görünmek, güvenli olmaktır. Güven, hakikatin değil, korkunun çocuğudur. İnsan, korkusunu utanmakla değil, plan yapmakla örter. Plan yapmanın bu görünmez hazzı, kurnazlığın tadıdır.

Kurnazlık, bilgelikten önce gelir; çünkü bilge, kendi kurnazlığından geçmiş olandır. Bilgelik, aklın teslimiyetini bilmesidir; kurnazlık, aklın hâlâ kendini kurtarmaya çalışmasıdır. Kurnaz, her şeyin farkındadır ama hiçbir şeyin sorumluluğunu almaz. O, gerçeği bilir ama konuşmaz, çünkü konuşmak çıplaklıktır. Susar, ama susuşu bile hesaplıdır; sessizliğini bile silah gibi tutar. İşte bu yüzden, kurnazın susuşu, cahilin sözünden daha gürültülüdür.

Dikkat etmek gerekir: kurnaz, yalan söylemez her zaman; ama gerçeği eğip büker. Hakikatin biçimini değiştirme hakkını kendinde görür. Çünkü hakikat, ona göre fazlaca keskindir; keskinlik, kırılganlığı çağırır. Kurnaz, kırılmamak için eğilir; eğildikçe sürünür, süründükçe toprağı kutsar. Ve bir gün fark eder ki, eğildikçe büyüyeceğini sanmış, ama küçülmüştür. Kurnazlığın trajedisi budur: insan kendini koruyarak eksilir.

Her kurnazın içinde bir çocuk vardır; kandırılmış, utandırılmış, yalnız bırakılmış bir çocuk. O çocuk, bir gün birine inanmıştır ve inandığı anda incinmiştir. İşte o günden sonra, her inanç bir tehdit olmuştur. Bu yüzden kurnaz, güvenmez; güvenmemekle övünür. Güvenmemenin ona verdiği sahte güç, zamanla karakterine dönüşür. Güven duygusunu kaybetmiş bir akıl, artık yalnız zekâdır. Zekâ, ışıksız kaldığında körleşir. Kurnazın gözleri bu yüzden hep açıktır ama hiçbir şeyi tam göremez.

İnsanın gözü, yalnızca sevdiğini tam görür; akıl, korktuğunu. Kurnazlık, korkunun gözüdür; sevmenin değil. Bu yüzden kurnaz insan, her şeyi bilir ama kimseyi sevmez. O bilgiyle değil, ihtiyatla yaklaşır; merhameti tehlike, cömertliği zayıflık sanır. Her iyiliğin içinde gizli bir niyet arar; çünkü kendi iyiliğinde de bir niyet vardır. Bu yüzden kurnaz, kendi niyetinin aynasında herkesin niyetini okur. Okudukça güvensizleşir, güvensizleştikçe bilgeleştiğini sanır. Oysa bilgelik, güvenin cesaretidir; korkunun aklı değil.

İnsanın aklı, kendini korudukça yozlaşır. Çünkü akıl, korunmak için yaratılmamıştır; anlamak için yaratılmıştır. Anlamak, kendini açmaktır; kurnaz ise kapalıdır. Onun aklı, bir kutunun içindedir. O kutu, güvenliktir, itibar, mevki, çıkar, tedbir, ihtiyat, hepsi aynı kilittir. Kurnaz, o kilidi kendi eliyle takar ama anahtarını kaybeder. Sonra o kilidi başkalarının elinde görür ve öfkelenir. Oysa o kilidi kendi korkusuyla örmüştür. Anlaşılması gereken budur: kurnazlık, insanın kendi eliyle yaptığı hapistir.

Her toplum, kendi korkusuna göre kurnazlaşır. Korku büyüdükçe zeka küçülür; çünkü akıl artık hakikat aramakla değil, tehlikeyi önlemekle meşguldür. Böylece toplum, bir zekâ kalabalığına dönüşür; ama o zekâ, bir araya geldiğinde bile akıl doğurmaz. Herkes birbirinin gölgesine bakar, kimse güneşi görmez. Çünkü güneşi görmek, kör olma riskini taşır. Körlükten korkan zihin, aydınlığa düşmandır. Kurnaz toplumlarda ışık hep başkasıyla gelir; kimse kendi lambasını yakmaz.

Kurnaz, dilin de sahibidir. Çünkü kelime, niyetin gölgesidir. O gölgeyi nasıl uzatacağını, nasıl kısaltacağını bilir. Cümleleri düz değildir; kıvrıktır. Onun sözleri, hakikati söylemez, hakikati saklar. Susarken de konuşur, konuşurken de gizler. Çünkü o bilir ki, hakikati çıplak söylemek bedel ister. O bedeli ödeyecek kadar cesur değildir. Kurnazın en büyük zekâsı, korkusunu fazilet gibi göstermesidir. O korkuya "ölçülülük", o susmaya "olgunluk", o bencilliğe "ihtiyat" der.

Kurnazlık, en çok akıllı insanların felaketidir; çünkü akıl büyüdükçe korku da büyür. Zeki insan, aptalca hatalardan değil, tedbirli duruşundan ölür. Fazla hesap, kalbi boğar. Kurnaz, hiçbir zaman kaybetmez ama hiçbir zaman da kazanmaz; hep ortada kalır, hep dengededir, hep sessiz. O sessizlik, sükunet değildir; ölüm provasıdır. Çünkü yaşam, dengesizlik ister; aşk, delilik ister, güven, teslimiyet ister. Kurnaz, bunların hiçbirini göze alamaz. O, var ama yoktur; yaşar ama katılmaz; duyar ama inanmaz.

Kurnazın kalbi, hiçbir zaman tam açılmaz; çünkü açılmak, teslim olmaktır. Teslimiyet, onun dilinde zayıflıktır. Oysa bilge bilir ki, teslim olmayan varlık, kendi içine kapanır ve kendini boğar. Kurnazlık, insanın kendi kendini boğma biçimidir. Akıl suya dönüşür, su kendi kabına sığmaz, kabı kırar, ama kurnaz suyu taşırmaz; saklar. Sakladıkça birikir, biriktikçe bulanır. Ve bir gün, bir damla taşar; o damla, bütün maskeyi çözer.

Dikkat etmek gerekir: her kurnaz, sonunda kendi kurnazlığına yakalanır. Çünkü kurnazlık, kendine dönük bir aynadır; o aynada en sonunda kendini görür. Gördüğünde şaşırır, çünkü gördüğü şey kendi değil, kendini korumak için yarattığı gölgedir. İnsan, kendi gölgesini insan sanmaya başladığında artık hakikati kaybetmiştir. Gölge büyüdükçe insan küçülür. Kurnazlık, gölgenin büyümesi, insanın çekilmesidir.

Kurnaz insan, iyiliğe inanır ama ona güvenmez; çünkü iyiliğin sürekliliğine inanmak, kayıtsızlıktır. O, her iyilikte bir hesap arar, her saflıkta bir tehlike görür. Böylece, başkalarının masumiyetinden utanmaz, sadece rahatsız olur. Masumiyet, onun aynasında bir aptallık gibi görünür; çünkü masum, hesap bilmez. Kurnaz ise hesabı bırakırsa düşeceğini sanır. Düşmek, onun için ölmekle eşdeğerdir. Oysa bilge bilir: insan, yalnız düşerken yükselir.

Toplum kurnazı över çünkü kurnaz, düzenin sigortasıdır; sorgulamaz, sadece uyum sağlar. Doğruyu değil, faydalıyı savunur. O, gerçeği değil, çıkarı korur. Ama her koruma, bir yıkım getirir; çünkü hakikat, korunmaya gelmez. Hakikat, yaşanır; kurnazlık, yaşamı hesaba dönüştürür. O hesap, bir süre güven verir ama sonunda her şeyi öldürür. İnsan güvenle yaşar, ama güvenin fazlası ruhu çürütür. Ruhun çürüdüğü yerde, zekâ parıldar; çünkü çürümüş toprakta akıl hızla büyür ama meyve vermez.

Her kurnaz, en sonunda kendi zekâsının mezarı olur. Çünkü zeka, kendini kutsadığında körleşir. Kurnaz, körlüğünü akıl sanır; artık hiçbir şeyi yanlış yapmadığı bir evreye ulaşır. Oysa yanlış yapmayan insan, artık öğrenmeyen insandır. Öğrenmeyen, yaşayan değil, tekrar eden varlıktır. Kurnaz, kendini tekrarlayan akıldır; kendi yankısından ibarettir. Konuşur, ama sesi bir duvardan geri döner. Sonunda, o duvarı kendisinin sanır.

Anlaşılması gereken budur: kurnazlık, hakikatin değil, korkunun bilgeliğidir. O bilgi, aklı keskinleştirir ama kalbi öldürür. Kurnaz insan, her şeyi bilir ama hiçbir şeye inanmaz. O, Tanrı'ya bile tedbirle yaklaşır; çünkü kayıtsız teslimiyet, ona irrasyonel görünür. Oysa iman, aklın sustuğu yerdedir. Kurnazın aklı hiç susmaz; bu yüzden hiç iman etmez. Onun duası bile temkinlidir: “ver, ama çok verme; bağışla, ama unutma.”

Bilgelik, kurnazlığın sonudur; çünkü bilge, artık korunmaz. Yanmayı, yanılmayı, kaybetmeyi göze alır. Hakikati öğrenmek için kendini tehlikeye atar. Kurnaz, bilgenin gidişini izler, onun yandığını görür ve içinden "ben yanmam" der. Ama yanmayan, pişmez. Pişmeyen, kokmaz; kokmayan, yaşamaz. İşte kurnaz, diri bir ölüdür; ne yanar, ne donar; hep orta sıcaklıkta kalır. O sıcaklık, ruhu muhafaza eder ama büyütmez.

Ve sonunda insan, kendi kurnazlığından utanmadıkça bilge olamaz. Çünkü utanç, ruhun yıkanmasıdır. Kurnazlık, kirin yerleşmiş biçimidir; zeka onu parlatır ama temizleyemez. Bir gün insan, bütün hesaplarını bırakıp "bilmiyorum" diyebildiğinde, kurnazlık ölür. Çünkü kurnaz, her zaman bilir. Bilmemek, onun felaketidir; oysa bilmemek, hakikatin kapısıdır.

Hasılı; insan, kendi kurnazlığını öldürmeden doğamaz. Kurnazlığın mezarı, bilgeliktir; bilgelik, korkunun sessizliğini aşmış akıldır. Ve kurnaz, bu dünyada değil, kendi içinde ölür; aklının keskinliğine güvenip kalbinin karanlığında kaybolur. Oysa asıl akıl, korkunun ötesinde duran sükûnettir. Ve sükûnet, artık hesap etmeyenlerin payıdır.

Akledenin ise icâbında hîlesi pektir; bunu unutmadan.